"Sen önce adam ol!"
"Adam gibi insan olsan bunlar başımıza gelmezdi!"
Bu sözleri hayatımız boyunca kimbilir kaç defa duymuşuzdur. Özellikle gençlik yıllarında, büyüklerimize pek de onaylamadıkları bir şeyi söylediğimizde ya da onların istemedikleri bir şeyi yaptığımızda...
Bu sözü sarf eden insan için "adam olmak" herşeyin başında gelir. "Adam olmak" tabiriyle kastedilen, toplum tarafından genel kabul görmüş bir ahlaka, kültüre, tavra ve adaba sahip olmak, makbul olarak tanıtılan belli kalıpları üzerinde taşımaktır. Bu değerler sistemi, kalıpları ve kuralları ile toplumun büyük bir çoğunluğunca kabul görmekte ve uygulanmaktadır. Bu kalıpların ve kuralların nereden doğdukları, ne derece doğru oldukları ise kolay kolay tartışmaya açılmaz, çarpıklıkları yargılanmaz. Zira, toplumun büyük çoğunluğunca benimsenen bu yapıyı sorgulamak, kitlelere ters düşmek, geniş bir kesimin tepkilerine hedef olmak tehlikesini de beraberinde getirir.
Doğruluğuna kesin olarak inanılmış bu yapı, yalnızca kendi toplumumuza has bir özellik olarak değerlendirilmemelidir. Bu sistem gerek Doğu'da gerekse de Batı'da, her çeşit kültürün yer aldığı ortamlarda kendine özgü bir inanç ve kabuller sistemi olarak varlığını sürdürmekte, yasaklamaları, yaptırımları ve tavsiyeleriyle adeta kendi başına, müstakil bir din -adam olmanın dini- halinde uygulanmaktadır: "Adamlık Dini".
"Adam olmak", Müslüman olmanın, Allah'a inanmanın, güzel ahlaklı olmanın, hatta insan olmanın dışında apayrı bir kavramdır. Allah'ın Kuran'da tarif ettiği tavır ve ahlakın bu dinde kesinlikle yeri yoktur. Zaten adamlık dini, Kuran ahlakının gerçek anlamda yaşanmadığı ortamlarda doğmakta ve gelişmektedir. Genelde toplumda hayran olunan, özenilen, üstün görülen kişiler adamlık dinini çok iyi öğrenmiş ve bunu bütün kurallarıyla uygulayan kişilerdir.
Burada Kuran'da tavsiye edilen temel ahlak prensiplerini ve adamlık dininin bunlara tamamen ters olan çürük mantığını vurgulamakta yarar vardır. Kuran'da tüm insanların Allah'a karşı sorumlu olduğu bildirilir. Buna göre, insan yalnızca Allah'ı razı etmekle yükümlüdür ve başka insanların takdiri ya da beğenisi peşinde koşmamalıdır. Kuran ahlakını yaşayan bir mümin; "Allah, kuluna yeterli değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar..." (Zümer Suresi, 36), "... yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter." (Furkan Suresi, 31) ayetlerine göre düşünür ve yaşar. Tüm hayatı Rabbimiz'i hoşnut edebilme amacına yöneliktir. Dinin temeli budur. Kuran'da, bu dinin, yani Hz. İbrahim'den bugüne uzanan hak dinin özelliğinin, tüm hayatın Allah'a adanması olduğu haber verilir.Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
De ki: "Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in hanif (muvahhid) dinine. O, müşriklerden değildi." De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 161-162)
İnsanın hayattaki temel amacının Allah'ın rızası olması, diğer insanlarla olan ilişkilerini de kuşkusuz temelden değiştirir. Az önce belirttiğimiz gibi kişinin diğer insanlara karşı müstakil bir sorumluğu yoktur. Ama Allah, diğer insanlara nasıl davranılması gerektiğini Kuran'da bildirmiştir ve Allah'a karşı duyulan sorumluluk, diğer insanlara karşı da en adaletli, en doğru, en dürüst tutumun gösterilmesini sağlar. Ayetlerde, müminlerin bu yöndeki bakış açısı şöyle tarif ediliyor:
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz. (İnsan Suresi, 7-10)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, müminlerin diğer insanlardan medet umma, onlardan karşılık bekleme gibi bir tavırları yoktur. Bu, mümine çok güçlü ve sağlam bir karakter kazandırır. Mümin her ortamda, herkesin karşısında doğru olanı, yani Allah'ın emirlerini yerine getirir. Ne kimseden takdir bekler ne de kimseden çekinir. Yanızca Allah'ın hoşnutluğunu ister. Nitekim Allah Kuran'da, müminleri "kınayıcının kınamasından korkmayanlar" (Maide Suresi, 54) olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle, müminin olaylar ve insanlar karşısında karakteri ve tavrı hiçbir şekilde değişmez. Ne kendisine verilen bir makam ya da mevkiden dolayı şımarır, ne de içinde bulunduğu zor durumdan dolayı ümitsizliğe kapılır. Kuran'da müminlerin bu istikrarlı karakterlerine sık sık dikkat çekilmekte, büyük bir mülk ya da iktidar ele geçirdiklerindeki tavırlarıyla, zorluk ve yoksulluk içindeki tavırlarının aynı olduğu ayetlerden anlaşılmaktadır. Çünkü mümin, kendisine isabet eden her türlü nimet (bu mülk, iktidar, makam vs. olabilir) ya da sıkıntının (insanlar tarafından kınanmak, saldırıya uğramak, sürülmek, yoksul kalmak, hapsedilmek vs. olabilir) Allah'tan geldiğinin ve tüm bunların kendisini eğitmek ve denemek için yaratılmış birer "imtihan" olduğunun bilincindedir.
Buna karşılık adamlık dini, Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen, Allah'ın hoşnutluğu yerine insanların hoşnutluğunu arayan, ahiret yaşamı yerine dünyadan medet uman insanların dinidir. Bu dinde, insanlar birbirlerine karşı sorumlu olduklarını düşünürler. Diğer insanları hoşnut etmek, diğer insanların beğenisini kazanmak, toplumda "statü" edinmek hayatın belki de en önemli amacıdır.
Bundan dolayı da, mümin tavrının tam aksine, adamlık dininin mensupları olaylar ve insanlara göre değişen bir tavır ve karaktere sahip olurlar. Bir başka deyişle, adamlık dini bir "ayar" dinidir. Yerine, zamanına, kişisine, olayına göre tavır, bakış ve ses ayarları gerektirir. Samimiyet ve doğallık bu dinde yeri olmayan kavramlardır. Bu inanca göre toplumda her cinsin, yaşın, olayın adamı içinde bulunduğu duruma, sahip olduğu "statü"ye göre farklı tavırlar göstermelidir.
Kadınlar kendilerine belirlendiği gibi davranmalı, erkekler ve çocuklar da yine kendilerine verilen rolleri oynamak zorundadırlar. Eğer kişi bir öğrenciyse, adamlık dini kuralları bir öğrencinin neler yapmasını gerektiriyorsa öyle davranmalıdır. Bir memur, doktor, öğretmen ve işçi için de aynı kurallar geçerlidir. Adamlık dini mensupları, toplum içinde sahip oldukları statüyü kendilerine kimlik edinir ve bu kimliğin gerektirdiği gibi davranırlar. Oysa müminin kişiliğini inancı şekillendirir az önce belirttiğimiz gibi, toplumun kendisine olan bakış açısı, içinde bulunduğu statü, bu kimliği hiç etkilemez.
Adamlık dini toplumu içinde yetişen insana, bu ahlak ve kişilik yapısı otomatik olarak yerleşir ve bu dinin kuralları derhal uygulanmaya başlar. Toplum içinde geçerli olmanın, üstün olmanın yolları buralardan, bu tavır ve davranışlardan geçer.
İlerleyen bölümlerde, adamlık dininin, ait oldukları çevreye, yaş dönemlerine, sosyal ve kültürel durumlarına, cinsiyetlerine göre insanlara öğretilen karakter, tavır ve konuşma biçimlerini, ruh ve kişilik yapılarını, psikolojileri inceleyeceğiz. Bunların Kuran'da tarif edilen ideal davranış biçimlerinden, kişilik ve ahlak yapısından ne derece uzak olduğu, Kuran ayetleriyle karşılaştırma yapıldığında açıkça görülmektedir. Bu şekilde, şeytanın batıl dinlerinden biri olan "adamlık dini"nin, İslam'dan uzak bir insana, hayatının her d ö neminde nasıl hükmettiği ortaya çıkmaktadır. |