-
analogfikir
Bedava-Sitem Bağımlısı
Konum: ES ES
|
29.08.2015, 17:02 (UTC) Mesaj konusu: 30 ağustos |
|
|
30 Ağustos Nedir?
30 Ağustos 1922’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Zafer’de Türk ordularına verdiği buyruk, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” sözüdür.
30 Ağustos 1922: Yunan ordusunun yenildiği, kaçan düşmanın kovalanmaya başlandığı tarih, bu tarihtir. Türk askerinin kanı ile yazılan, Türk’ün büyük destanı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sonudur 30 Ağustos. Yurdumuzun düşmandan temizlendiği, düşmanların geldikleri gibi gittikleri gündür. 30 Ağustos, Türk yurdunun bağımsızlığına kavuşmasını dosta düşmana gösteren kutlu gündür!
Yüce Atatürk, ordumuza, o gün bir buyruk vermiştir. Bu buyruğu Atatürk, yazılı olarak vermiş, altını Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal olarak imzalamıştır. Buyruk,“Garp (Batı) Cephesi Kumandanlığı” başlıklı kâğıda yazdırılmıştır. Buyruk telefonla (sahra), telgrafla orduya ulaştırılmıştır. İşte o buyruk:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları!
Afyonkarahisar, Dumlupınar Büyük Meydan Muharebelerinde zalim ve mağrur bir ordunun anâsırı asliyesini (asıl unsurlarını) inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necîb (soylu, temiz) milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan Büyük Türk Milleti istikbalinden emîn olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı yakından müşâhade (gözlem) ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine delâlet (kılavuzluk, aracılık) etme vazifemi mütevâliyen (art arda) ve mütemadiyen (aralıksız) ifa edeceğim (yapacağım). Başkomutanlığa teklifatta (tekliflerde) bulunulmasını Cephe Komutanlığı’na emrettim.
Bütün arkadaşlarımın Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri verileceğini nazar-ı dikkate (göz önüne) alarak ilerlemesini ve herkesin kuvâ-yı akliyesini (aklının gücünü), yiğitliğini ve menâbi-i celâdet (yiğitliğinin kaynağını) ve himmetini(emek, güç, gayret) müsabaka ile ibzâle (yarışırcasına, esirgemeden) devam eylemesini talep ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!
1 Eylül 1922
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Mustafa Kemal”
Sakarya Meydan Muharebesi(Savaşı) düşmanın yenildiği ilk büyük savaşımız. Yenilen düşman takip edildi, saldırılarda önemli kayıplar verdirildi ama çekilmedi, Eskişehir, Kütahya, Afyon’da savunmaya geçti, yerleşti. Marmara Denizi’nden başlayarak Menderes Irmağı’na kadar olan alanı Yunan ordusu işgal etmişti. Eskişehir’in, Afyon’un doğusunu birkaç savunma hattıyla, tel örgülerle güçlendirdiler. Türk ordusu bu arada boş durmadı. Vatanseverler işgal güçlerince İstanbul’da el konulan cephanenin Anadolu’ya kaçırılmasına yardım ettiler. Ordumuz güçlendirildi. Doğu birliklerinin bazıları batıya kaydırıldı. Toptan bir seferberlik(hazırlık dönemi) başlatıldı. Büyük Taarruz (saldırı) planı uyarınca birliklerimiz düşmana görünmeden, gece yürüyüşleriyle saldırı yapılacak yerde toplanıyordu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Ankara’dan gizlice hareket ederek Batı Cephesi komutanlığına Akşehir’e geldi. Başkomutanımız, Genel Kurmay başkanıyla (Fevzi Bey), ordu komutanlarıyla (İsmet Bey) görüşerek, saldırının ayrıntılarını belirterek 26 Ağustos sabahı saldırı emrini verdi.
Mustafa Kemal Paşa ordu komutanlarıyla birlikte Kocatepe’deydi. Topçu birliklerinin topları bile tekerlerine ot sarılmış araçlarla cepheye sessizce götürüldü, asker geceden sessizce yürüyüşe geçirildi.
Gün ışırken de Büyük Taarruz başlatıldı. Düşman habersiz yakalanmış, uykuda bastırılmıştı. Başkomutan Atatürk, bu savaşı cephede, dakika dakika gelişmeleri izleyerek yönetmiştir. Yunan önce direnmiş, sonra ileri siperleri terkedip çekilmeye başlamıştır. Belen tepe siperlerini yakan düşmanın ateşine, alevine aldırmadan askerimiz süngü hücumuna geçmiş, Yunan askerini buradan atmıştır.
27 Ağustos’ta Afyon’un güneyindeki düşman mevzilerine saldırdık.
28 Ağustos’ta düşman bulunduğu yeri bırakıp batıya çekilmeye başladı.
29 Ağustos’ta düşmanlar Dumlupınar’da da tutunamadılar, kuzeye doğru çekildiler.
30 Ağustos sabahı da Başkomutanımız, “Büyük Taarruz’un buyruğunu, “ verdi:
“Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!”
Kendilerini kovalayan Türk askerinin önünden kaçan Yunan askerleri, geçtiği yerleri yakıp yıkarak, köylerdeki, kasabalardaki yaşlıları, kadınları, çocukları, savunmasız Türkleri öldürerek İzmir’e vardılar, oradan kaçtılar.
9 Eylül 1922, Türk ordusunun İzmir’e varışıdır. Yurdumuzun düşmandan temizlenişi, Yunan kovulması 18 Eylül’e kadar sürmüştür.
Aşağıdaki sözler, Türk çocuklarına yakın zamana kadar liselerde okutulan Milli Güvenlik Bilgisi dersi kitabından alınmadır, okuyunuz:
“Baştan sona, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar düşünülerek hazırlanmış ve eşi görülmemiş bir ustalıkla yönetilerek parlak ve keskin bir zaferle sonuçlanmış olan bu harekât; Türk ordusunun, Türk subaylarının ve komuta kurulunun yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden koskoca bir eserdir.
Bu eser, aynı zamanda, böyle kahraman bir orduyu ve Gazi Mustafa Kemal gibi dâhi bir Başkomutanı yetiştiren Büyük Türk Milleti’nin hürriyet ve bağımsızlık aşkının ölmezliğinin göstergesidir.”
30 Ağustos 1924’te, bu büyük Zafer’in yıldönümünde Atatürk’ün Dumlupınar’daki uzun konuşması da çok ünlüdür. Atatürk’ün bu konuşmasında çok önemli sözler, açıklamalar vardır. Konuşmasının sonunda da gençlere seslenilmiştir.
Bu konuşmasında Atatürk önce, bulunduğu yerin önemini, savaştaki durumunu, savaşı anlatmıştır:
“Efendiler, tıpkı bugün gibi, otuz sekiz yılı (eski tarih 1338)Ağustosu’nun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman on birinci tümenimiz şu karşıki tepelerde savaşa zorunlu kılınan düşmanın ana kuvvetine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal Köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu.”
Atatürk, ateş hattına sağına soluna düşen mermilere aldırmadan savaş alanına gider. Durumu yerinde görmek, bilmek ister. Sonra ordu komutanlarına haber göndererek düşmanı sarmalarını söyler:
“Çal Köyü batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini işitiyordum.
Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş alanlarına, süngü saldırılarıyla girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi. Bunun için bütün ordunun büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını sarsmasını istiyordum. Yanımdaki komutanlar bu görüşümü anlar anlamaz hemen ve en sinirli bir şekilde harekete geçtiler.”
Savaşın o andaki durumunu şöyle anlatır Atatürk:
“Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı.”
Düşman alanlarının durumunu görünce beklenen sonucu söyler büyük Komutan:
“Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir arta kalan kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.
Efendiler, ertesi gün tekrar bu savaş alanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık düşman ordusunun düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı.
Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü yaklaşık öğle vaktiydi ki, yine bu Çal Köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki durumu düşündük. Kazandığımız meydan savaşının bütün seferi sona erdirebilecek bir kararlılık ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa yönünde çekilen düşman kuvvetlerini yok etmekle birlikte, bütün orduyla dinlenmeden İzmir’e yürüyecektik.”
Yunan askerinin durumunu, beyaz bayrak çekmelerini, perişanlıklarını anlatan Atatürk, varılan yere nasıl gelindiğini bir kez daha yineler:
“Fakat hatırlatmalıyım ki, bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal Köyü’ne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan başlayarak harcadığımız zaman tam bir yıldır. Fakat bu belirlediğimiz zaferi hazırlayabilmek için bir yılı çok bulmazsınız sanırım. Çünkü efendiler, savaş ve özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı milletlerin tüm varlıklarıyla, ilim ve fen sahasındaki dereceleriyle, ahlâklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddî ve manevî güç ve iyi huylarıyla ve her türlü araçlarla çarpıştığı bir sınav sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Sonuç yalnız beden gücünün değil, bütün kuvvetlerin, özellikle ahlâkî ve kültürel kuvvetin yükselmesini gerçekleşme derecesine vardırır.”
İşgalci milletlerin sonunu, Türk’ü esir almak isteyenleri bekleyen sonu, Türk’ün ruhunun esir alınamayacağını şu sözlerle yineler Atatürk:
“Efendiler, Türk vatanını almak düşüncesini, Türk’ü esir etmek hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymağa çalışanların da hak ettikleri sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük. Efendiler, kendilerine bir milletin geleceği emanet edilen adamlar, milletin kuvvet ve gücünü yalnız ve ancak yine milletin gerçek ve kabul edilir yararlar elde etmesi yolunda kullanmakla sorumlu olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi ele geçirip işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir. Bir milletin ruhu baskı altına alınmadıkça, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur.”
Bu sözler, Atatürk’ün, 30 Ağustos’un önemini vurgulayan, kulaklara hep küpe olması gereken çok büyük sözleridir. 30 Ağustos tarihi, Türk tarihinin dönüm noktasıdır demiştir Atatürk:
“Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını oluşturur. Millî tarihimiz, çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.”
Bu sözler, ulusumuzu onurlandıran, göğsümüzü kabartan sözler olduğu kadar gözlerimizi yaşartan, şehitlerimizi unutturmayan ulu sözlerdir. Gözleri dolmadan bu sözleri kim okuyabilir?
“Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırılmış oldu. Sonsuz hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır.”
Devletimizi sonsuza kadar taçlandıran bu zaferin anlatımından sonra Atatürk, bir gerçeği daha anımsatmış, ulusal egemenliğin önemini anlatmış, bu günleri görmüşçesine ulusumuzu daha o zaman uyarmıştır:
“Efendiler, bu büyük zaferin çeşitli unsurları üstünde en önemlisi ve büyüğü, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne verimli bir inkılâp olduğunu anlatmaya gerek görmem. Milletimizin uzun yüzyıllardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların yönetim ve baskısı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını sağlama yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının, bütün büyüklüğü ve önemi gözleriniz önünde canlanır.”
30 Ağustos öyle sıradan bir günün tarihi değildir. 30 Ağustos’un neden son yıllarda bu kadar gözden çıkarıldığını, neden Zafer Bayramı’nın kutlanmaması için elden gelenin yapıldığını, Mısır’daki bizi doğrudan hiç mi hiç ilgilendirmeyen olayların bile bahane edilerek geçen yıl bayrama gölge düşürüldüğünü, şenliklerin iptal edildiğini unutmayalım. Yok şu kadar gün önce deprem oldu, şurada bu oldu, bölücüler askere karşı hassas, geçit töreni istemez diyerek törenler yaptırılmadı yıllardır. Bu yurdu kurtaran “Asker” geçit törenleri yapamaz oldu.
Dün 29 Ağustos’tu. Öğleden sonra bayram başladı. Akdeniz’de, ilçelerdeki Jandarma komutanlığına bile bayrak çekilmemişti. Köylerin muhtarlıkları bayraksızdı. Okullar öyleydi. Evler, esnaf aynı durumdaydı. Başı çeken yoktu ki toplum arkasından gelsin. “Bayrak asanı asarlar noktasına gelmişti yüreksiz, sonradan görme zenginler. Ekmek tekneleri iş yerlerini, bayraksız bırakmaya gönülleri razı gelmişti. Eski püskü gezi teknesine, kıç tarafında Türk bayrağı asılı Türk teknesine içinde gezdirdiği İngilizleri memnun etmek için baş direğine İngiliz bayrağı asmakta bir sakınca görmemişti gemimizin biri. Bunun ne denetleyeni, ne izleyeni, ne yaptırım uygulayanı vardı…
30 Ağustos nedir diye sorunuz bir çevrenizdekilere. Değişik yanıtlar alacaksınız. Bayram nerede kutlanıyor? Bayram nerede kutlanacak bugün? diye sorun birine. “Okullar tatil ki, ne bayramı, bayram kutlanmaz.” diyenlerden tutun, artık alanlarda, statlarda bayram kutlaması yok, kaldırıldı ya kaç yıldır diyene kadar değişik yanıtlar alacaksınız. En güzel yanıt yetmişli yılların gençliğinden geldi: “ Bugün, neyimiz varsa onu borçlu olduğumuz kutlu gün, büyük zafer!..” Sonra ekledi yaş yaşamış bu bilge kişi: “ Yazık, bugünümüzü sağlayanlara layık evlatlar olamadık…”
Yüksek okulda okuyan üniversiteli bir genç grubuna seslendim akşam: “Gençler bayramınız kutlu olsun! Yarın bayramı nerede kutlayacaksınız, neredeki törene katılacaksınız?”
Gençlerin emin olun suçu yok, suçlu biziz. Suskun kalan, bildiğini öğretmeyen, Atatürk’ün emanetini koruyamayan bizleriz suçlu olan. Gençler birbirine şaşkınlıkla baktılar önce. Ne diyor bu? gibisinden. Köşede oturan büyükleri 30 Ağustos yarın, demeseler, gençler öyle bakıp duracaklar… Bu da ne? Ne bayramı? diye.
Yıllarca Milli Güvenlik Bilgisi dersleri liselerde bir angarya gibi okutuldu. Önemsiz bir ders sayıldı. Bu iktidar kaldırınca da dersi, ne sesini çıkaran oldu, ne karşı duran… Devrim Tarihi (Türkiye Cumhuriyet İnkılap Tarihi) dersinin son yıllarda yüksek okullardan, ders olarak okutulmasına son verilirken de yine böyle sessiz kalındı…
Bu yazıyı, örnek olsun, yitirdiğimiz bir dersin ne kadar önemli olduğunu bilesiniz diye bu ders kitabının bilgi sınırları içinde hazırladım. Bu dersi gören çocuğun Türk tarihini ne kadar güzel öğreneceğini, bilinçleneceğini, geleceğine güvenle bakabileceğini göstermek istedim. Televizyonların ünlendirdiği yaş yaşamış bir tarihçimiz bile, Atatürk’ün “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir! İleri!” buyruğunu, sözlü verdiğini sanırmış yıllar yılı. 30 Ağustos yazısında bunu itiraf etmiş. Oysa Milli Güvenlik Dersi kitabında bu gerçek hep yazılıdır.
1924 yılında 30 Ağustos’un ikinci yıldönümünde sözlerini şöyle bitirmişti Atatürk. Son bölümde, uygarlıktan söz etmiş, ailenin önemini belirtmiş, geleceği emanet edeceğimiz gençleri yüceltmişti:
“Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali; bütün dünyada tam anlamı ile çağdaş bir sosyal toplum olmaktır.
Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizliği ve dikkatsizliğinde bulunanlar, uygarlığın coşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.
Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, uygarlığın temeli, yükselmenin ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır.”
Bu büyük zaferden daha önemli görevimizi de anımsatmıştı o gün:
“Efendiler! Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin iktisat alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır.”
Ulusumuzun özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli milliyetçilik de desteklenmelidir demişti Atatürk.
Bu konuşmasında bize örnek olacak şekilde onlarca kez, bıkmadan usanmadan, yüreklere kilim dokur gibi: “Türk’ün 30 Ağustos Savaşı, Türk Vatanı, Türk Cumhuriyeti, Türk Devleti, Türk Gençliği…” demiştir.
Atatürk’ün bu konuşmada ulusumuza söylediği en büyük uyarısıyla ve gençlere seslenişiyle bu büyük ulus bayramını kutlayalım:
“Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk ulusunun düştüğü zararları ancak bir yolla giderebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu anlayışla davranırsak her türlü esenlik ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.”
“Gençler! Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve anlayış ile insanlık yüksek karakterinin, vatan sevgisinin, düşünce hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.”
Gençler, eminiz bu gerçeği görecek, büyük uyanışı bir gün yeniden başlatacaklardır.
30 Ağustos Zafer Bayramı Kutlu olsun!
Feza Tiryaki______________ |
|