Bazı modern tıp uygulamalarına yönelik eleştirileri ile tanınan Fitoterapist Dr. Ümit Aktaş, günümüz tıbbının hastalıklara yaklaşımının sadece belirtileri ortadan kaldırmak yönünde olduğu ve hastalıkları tedavi etmediği görüşünde. Hastalıkların kökeninde zayıf bağışıklık olduğunu belirten Dr. Aktaş’a göre, bağışıklık sisteminin önemini kavrayamayan modern tıp uygulamaları ile sadece şikayetler gideriliyor ama hastalıklar tamamen tedavi edilemiyor. “Ortodoks tıp büyük bir hata içinde, hastalıklara yaklaşımın bir an önce değişmesi gerek” diyen Dr. Aktaş’ın ntvmsnbc'den Tülay Karabağ'a anlattıkları:
“Günümüz ortodoks tıbbı, ‘hastalık ne yapıyorsa ben onu tedavi ederim’ diyor. Hastalık ağrı yapıyorsa ağrıyı, alerji yapıyorsa alerjiyi, ateş yapıyorsa ateşi, tansiyonu yükseltiyorsa tansiyonu tedavi ediyor. Yani palyatif dediğimiz, belirtilere yönelik tedavi yapıyor. Hastalık şekeri yükseltiyorsa şekeri düşürüyor ama diyabeti tedavi etmiyor. Hasta 24 saat ilacını almayı unutursa şeker yine fırlıyor. Tansiyonu tedavi etmiyor sadece düşürüyor. Aynı şekilde hasta ilacını almazsa tansiyon yine yükseliyor.”
"ORTODOKS TIP, 'BEN YAPTIM OLDU' DİYOR"
Modern tıbbı bu sözlerle eleştiren Dr. Aktaş’ın ‘Peki belirtilere yönelik tedavi kimin işine yarıyor?’ sorusuna yorumu: “Bu çok önemli bir soru. Örneğin belirtilere yönelik tedavi şekeri düşürüyor ama diyabeti tedavi etmiyor. Bunun kime ne faydası var. Doktor mutsuz. Hastasına, ‘ömrün boyunca bu ilaçları kullanacaksın’ diyen hangi doktor, aynı ilaçları aynı hastaya yazıp da tedavi edememekten mutlu olabilir, mümkün mü bu? Bundan mutlu olan tek sektör, ilaç sektörüdür. Çünkü ömrü boyunca hastaya ilaç yazılıyor, o da bu ilaçları o hastaya satıyor. Ömrü boyunca bir hastaya şeker ilaçları yazmak yerine bilimsel çalışmalar diyabeti tam tedavi edecek yönde yapılsa bu iş bitecek ama yapılmıyor. Yine ortodoks tıp diyor ki; tansiyon hastalarının % 95’i esansiyeldir yani nedenini bilmiyoruz. Ama sonra da bunun için ilaç üretiyor. Birincisi; nedenini bilmediğin bir hastalık için nasıl ilaç üretiyorsun, ikincisi; bilim felsefesine göre, bir bilimsel çalışma neden-sonuç ilişkisine dayandırılır, nedenini bilmiyorsan nasıl sonuca varıyorsun? Ama ‘burada bir problem var’ dediğinizde, ortodoks tıp, ‘ben yaptım oldu, itiraz edemezsin’ diyor, yani bilimsel sorgulamayı bile kabul etmiyor.”
DR. AKTAŞ: KEMOTERAPİ DUVADRAKİ SİNEĞE ATILAN TOP GİBİ
Modern tıbbın bağışıklık sisteminin önemini kavrayamadığını söyleyen ve “Sadece belirtilere yönelik tedavi yaparken bağışıklık sistemi baskılanıyor, bu en büyük hatalardan biridir. Yani insanlar hastalıklardan tam olarak kurtulmuyor ve ilaçlara bağımlı bir hayat yaşıyor” diyen Aktaş’ın, argümanlarından biri de kanser ve tedavisinde izlenen yol: “Kemoterapi toksik bir tedavi, kanser hücrelerini de sağlam hücreleri de öldürüyor. Ondan sonra doktor size, ‘başarı sağladık, tümör küçüldü’ diyor. Ama tümör küçülürken hastanın genel sağlığı ne oldu, vücudu ne hale geldi, bunu kimse göz önünde bulundurmuyor. Yani bu şuna benziyor; kemoterapi bir top, duvarda da bir sinek var, siz o sineğin üzerine topla ateş ediyorsunuz. Evet, sineği öldürüyorsunuz ama duvarı da yıkıp harap ediyorsunuz. Sonra ne oluyor, vücut bu kadar hasar görmüşken, geriye kalan kanser hücreleri bir süre sonra bağışıklık sisteminin bu zayıflığından faydalanıp eski kanserden daha kötü şekilde ortaya çıkıyor.”
“KANSER DEĞİL, GEREKSİZ KEMOTERAPİ ÖLDÜRÜYOR”
Kanser teşhisi konan herkesin kanser hastası olmadığını, bu nedenle hemen kemoterapiye başlamanın yanlış olduğunu ileri süren Dr. Aktaş, ‘İlaçsız Yaşam’ adlı kitabında ise, “Kanserde zaman çok önemlidir bu nedenle kanıtlanmamış tedavilerle vakit geçirmeyin” diyor. ‘Bu bir çelişki değil mi?’ diye sorduğumuzda ise Aktaş, “Çünkü kemoterapi bağışıklık sistemini zayıflatır ve o anda hasta değilken, bağışıklık sistemi zayıfladığı için kanser hastası olabilirsiniz. Öte yandan kişiye kanser tanısı konulmuşsa tedavisiz bırakmamak, bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekir. Takip edeceğiz, neler olduğunu göreceğiz, hastayı yalnız bırakmayacağız ve bağışıklık sistemini hemen desteklemeye çalışacağız. Bu destek; ozon, bitkisel veya kök hücre gibi tedavilerle olur. Yani bunun birçok alternatifi var. Problem; hiç alternatifi yokmuş gibi hemen kemoterapiye sarılmaktır. Cerrahinin yeri de kanser türüne göre değişir. Kanser ilerleme gösterirse o zaman diğer tedaviler devreye girer ama her hasta tek başına değerlendirilmelidir” tespitinde bulunuyor.
PROF. DEMİR: HER KANSERE KEMOTERAPİ UYGULAMIYORUZ
Kemoterapinin belirli kriterlere göre yapıldığını belirten Onkolog Prof. Dr. Gökhan Demir ise Dr. Ümit Aktaş ile aynı düşüncede değil. Bağışıklık sisteminin kanseri yenmesi için beklemenin hastayı ölüme terk etmek olduğunu söyleyen Prof. Demir’in görüşleri: “Her hasta kemoterapi görecek diye bir kural yok. Hastanın durumu, tümörün özellikleri göz önüne alınarak ve hangi hastada gerekliyse ona kemoterapi uyguluyoruz. Ama vücutta metastatik tömörü olan bir hastaya ‘kemoterapi yapmayalım, bekleyelim’ demek o hastayı ölüme terk etmektir. Çünkü o hastada bağışıklık sistemi zaten etkin olamadığı için tümör çıkıyor. Radyolojik olarak görülebilen bir tümörün varlığı, kişinin bağışıklık sisteminin tümöre karşı etkisiz olduğunun göstergesidir. Bu noktadan sonra hala bağışıklık sistemi etkili olacak diye beklemek mantık hatasıdır. Çünkü biz biliyoruz ki bir tümör 200 mikronluk büyüklüğe geldiği zaman damarlanmasını tamamlıyor ve varlığını sürdürebiliyor. O devredeyken hiçbir görüntüleme yöntemiyle onu tespit etme şansımız yok. Bağışıklık sistemi bu dönemdeki tümöre saldırabilir, başarılı olursa tümör büyümez. Birçok insanda da böyle oluyordur ancak büyümüş bir tümörde beklemek yanlıştır.”
PROF. TURHAL: HASTAYI BAĞIŞIKLIĞIN İNSAFINA BIRAKAMAYIZ
Dr. Aktaş'ın sadece belirtilere yönelik tedavi eleştirisine karşılık, genel kural olarak tedavi edilmeyen yüksek tansiyon hastalarında felç, kalp krizi ve böbrek yetmezliği gibi sorunların daha erken ortaya çıktığını söyleyen Onkolog Prof. Dr. Serdar Turhal ise "Bizim kemoterapi kararı almamıza temel olan çalışmalarda hastaların bir kısmına destek tedavisi veriliyor bir kısmına ise kemoterapi ve tedavinin faydası öyle ispatlanıyor. Kemoteapi verilmeyip bağışıklık sisteminin 'insafına terkedilen' hastalarda sağ kalım daha az oluyor. Ayrıca tedavimizin faydalı olup olmadığını radyolojik tetkiklerle de doğruluyoruz, yalnızca belirtiler üzerinden gitmiyoruz. Vücut direncindeki aksamalar ise geçici sorunlar ve iki kemoterapi arasındaki dönemde normale geliyor" diye konuştu.
GÜÇLÜ BAĞIŞIKLIĞIN YOLU BAĞIRSAKLARDAN GEÇİYOR
Aktaş’a göre, ilaçlara bağımlı yaşamın önüne geçmenin tek yolu bağışıklık sistemini güçlendirmek. Bunun için de birçok tedavi seçeneği olduğunu söyleyen Aktaş, güçlü bağışıklığın püf noktası olarak bağırsakları işaret ediyor, sadece sindirim işine yaramadığını söylediği bağırsakların vücut direnci için ne anlama geldiğini şöyle anlatıyor: “Bağırsaklar vücudun ikinci beynidir, kendine ait bir sinir sistemi vardır.
Güçlü bir bağışıklık sistemi için en önemli şey bağırsakları desteklemek ve güçlendirmektir. Yararlı bakteriler olan probiyotikler 70 yıldır ölüyor, çünkü 70 yıl önce antibiyotik yoktu. Antibiyotikler zararlı mikropları öldürürken faydalı mikropları da yok ediyor. Ayrıca hazır süt, yoğurt ve işlenmiş gıdalar da probiyotikleri kaybediyor. Bunları kaybetmek, alerjilere, egzamalara, kansere, enfeksiyonlara, yüksek tansiyona, diyabete neden oluyor. Yanı sıra sedef, kolit, haşimato, romatoid artrit gibi çok sayıda otoimmün hastalığa yol açıyor.”
PROBİYOTİK FABRİKASI: APANDİS
Güçlü bağışıklığın olmazsa olmazı probiyotiklerin apandisten çoğaldığı bilgisini veren Aktaş, yararlı bakterileri artırmak ve savunma sistemine katmak için yapılması gerekenleri ise şöyle aktarıyor: “Doğal ve mevsiminde besleneceğiz, işlenmiş gıdalardan uzak duracağız. Mevsim dışında sebze meyve tüketmeyeceğiz. Yoğurt çok önemli, ev yoğurdu yapacağız. Bir de probiyotik toz veya kapsüllerle yoğurt yaparsanız çok daha iyi olur. Kutu, pastörize sütlerden, hazır yoğurtlardan uzak durmalıyız. Bana, ‘Sokak sütünü mü savunuyorsunuz, enfeksiyonlar ne olacak’ diyorlar. Sokak sütünü 15-20 dakika taşım taşım kaynattıktan sonra hiçbir enfeksiyona yakalanmazsınız. Bir de her şeyin mikropsuz olmasını isteyen aşırı hijyen kavramı var. Vücudumuzda mikropların da dengeli olması lazım, bu nedenle hijyen takıntısından uzak durmalıyız. Ekşi maya ekmeği yiyeceğiz, tahılları kabuklarıyla yiyeceğiz çünkü bunlar da probiyotiktir.”
HAYATA 1-0 ÖNDE BAŞLAYANLAR
Aktaş’ın beslenmeye ilişkin önerileri böyle. Ancak bir de hayata 1-0 önde başlama avantajı var. Onun şartı da normal doğum: “Çünkü bebek annenin doğum kanalından geçerken ilk probiyotikleri alıyor. Anne karnında bebek sterildir ancak doğum kanalından geçerken probiyotikleri alan bebek hayata 1-0 önde başlıyor. Ama sezaryenle doğan bebek bu avantajı yakalayamıyor. Anne sütü de prebiyotiktir ve çok önemlidir.”
DIŞARIDAN PROBİYOTİK ALINMALI MI?
Probiyotik takviyesinin doktor kontrolünde yapılması gerektiğini belirten Aktaş, “Normal insanlar için saydıklarımız yeterlidir ancak herhangi bir hastalığı olanlar doktorlarına danışarak probiyotik takviyesi alabilir. Örneğin alerjisi olan çocuklarda, tansiyon ve şeker hastalarında, romatizmal hastalıklarda, kanser hastalarında, bağışıklık sistemiyle sorunu olup sık hastalananlarda probiyotik takviyesi şarttır” önerisinde bulunuyor.
UZMAN DA YETERSİZ, BİLGİ DE
Dünyada ve Türkiye’de immünoloji uzman sayısının yetersiz olduğuna da dikkat çeken Dr. Ümit Aktaş, “İmmünoloji ile ilgili bilgiler güncellenmiyor, doktorlar fakülteden güncel bilgileri alamadan, standart, kalıplaşmış ve 25 yıl önceki öğretilerle mezun oluyor. Günümüz ortodoks tıbbının yaklaşımı da bunun üstüne binince doktorlar bağışıklık sistemi ile ilgili net görüşlere sahip olamıyor” diyor.
ntvmsnbc |