Çatlatan diyaloglar
İki hafta önceydi galiba. İkinci sayfada Dilek Önder’in köşesinde ilginç bir diyalog okumuştum. Dilek Önder bu diyaloğu “Çatlatan diyaloglar” adlı bir kitaptan aldığını belirtiyordu. Geçen hafta bir baktım benim masamda da duruyor kitaptan bir tane. Yazarı da Mehtap Erel. Kitap hemen her gün, her köşe başında karşılaşacağımız diyaloglardan oluşuyor. Aile içi tartışmalardan, iş yerindeki arkadaşlara, tamirciden satıcıya kadar insanların aralarındaki konuşmalar toplanmış. Hepsi hayatın içinde, belki hayal gücüyle yazılmış ama hepsi sahici. Üstelik komik. Çünkü günlük hayatımızda öyle diyaloglara giriyoruruz ki, belki yaşarken sıkılıyoruz, kızıyoruz, hiddetleniyoruz. Oysa sonra düşününce bir de bakıyoruz ki aslında her şey çok komik.
Bu hafta size kitaptan bir bölüm akarmak istiyorum. Sarışın bir kadının servise bıraktığı otomobilini almaya gittiğinde tamirci ile yaptığı konuşma:
Ben: Neymiş arabanın sorunu?
Usta: Arabada sorun yok.
Ben: Küstüğü için mi çalışmamış?
Usta: Araba sağlam!
Ben: Sağlam araba neden çekici ile geldi servise peki?
Usta: Kaç gün kullanmadınız arabayı?
Ben: Niye?
Usta: Arabanızı kullanmayacağınız zaman kutup başlarını sökün.
Ben: O ne demek ya?
Usta: Kullanmayacağınız zaman kutup başlarını çıkarmanız lazım.
Ben: Ha anladım, sen bana şifreli konuşuyorsun!
Usta: ?
Ben: Diyorsun ki: “Valla biz sizin arabanın sorununu anlamadık, aküyü şarj ettik, veriyoruz”.
Usta: ...
Ben: “Ama size bunu böyle söyleyemeyiz, nasılsa kadın şoförsünüz, zaten sarışınsın, kafadan salaksındır sen, biz sana nasihat edelim, yollayalım dedik”. Ben bunu anladım.
Usta: Abla olur mu?
Ben: Hiç “ablalama” beni, yemezler!
Usta: Mehtap Hanım’dı di mi? Ben diyorum ki...
Ben: Sen diyorsun ki: “2007 model araban var, kapalı otoparka da koymuşsun, iyi ama olsun, üç gün kullanmayacaksan kutup başlarını sökeceksin.”
Usta: ...
Ben: Özetle “salaksın” diyorsun yani!
Usta: ...
Ben: Anadol mu bu? Nerde duyulmuş senin dediğin, kaldı mı bu devirde böyle şeyler?
Usta: İyi de...
Ben: Cevap verme bi de! Bundan sonra avukatlarımız konuşsun, anahtar nerde?
Sonra evde telefonda
Ben: Baba, ben bu servisi dava edicem.
Babam: Kızım, her gün birilerine dava açıyorsun.
Ben: Yok baba, burayı da dava edelim bu son, söz bak!
Babam: Kızım, avukat olduğum güne lanet ettirdin yahu. Çocuk oyuncağı mı bu?
Ben: Baba, arabayı park edince kutup başları sökülür mü? Hangi devirdeyiz, nerde duyulmuş? Hakaret olarak alıyorum bunu ben, insanı hıyar yerine koyuyorlar resmen. Bana kutup başı diyemezler, yok öyle!
Annem: (Arka plandan) Yazsın yazsın.
Babam: Bak annen ne diyo?
Ben: Duydum, yazıcam ve mahkemeye vericem, ikisi birlikte.
Babam: Kızım, evladım, sürekli dava açamazsın sağa sola. Valla bak hakim seni içeri yollar gereksiz yere mahkemeyi meşgul etmekten.
Ben: Hadi canım sırf beni caydırmak için söylüyorsun.
Babam: Ya Mehtap!
Ben: Baba seni de mahkemeye vericem!
Babam:
Ben: Adaleti geciktirmekten ve dava açmaya üşenmekten. Hem seni hem de servisi toplu dava edicem, hadi bakalım.
Babam: Aferin sana!
Ben: Ben kendime bir avukat bulayım da gör.
Babam: Yavrum evladım, sen önce bir psikiyatr bul kendine de sakinle biraz.
Ben: Hah! Bir de hakaret davası kazandınız şimdi Tekin Bey! Bana deli dediniz. Şimdi size bir de hakaret davası açacam. Öz güvenim kırıldı. Maddi manevi tazminat...
Babam: Hadi ordan sıpa! Hah oldu bak şimdi de aç davayı. Hatta eşşek sıpası, bak bu daha güzel oldu şimdi.
Ben: Aşkolsun baba.
*****
Türk Usulü Başarının Formülü
İşe başlamadan önce: İNŞALLAH
İşe başlarken: BİSMİLLAH
Şaşırırsak: ALLAH ALLAH
Kendimize güvenirsek: EVELALLAH
Azmedersek: ALİMALLAH
İşten vazgeçersek: EYVALLAH
Sonuna kadar gitmek istersek: YA ALLAH
Taahhüt edersek: VALLAH BİLLÂH
Canımızı sıkarlarsa: FESÜPHANALLAH
Daha da sıkarlarsa: HASBİNALLAH
Pes edersek: İLLALLAH
İşe coşku ve heyecanla sarılınca: ALLAH, ALLAH
İşi başarıyla bitirince: AŞALLAH
Eğer işi başaramazsak: HAY ALLAH
*****
Burası özgür bir ülke, bulutlar bile istediği yere gidebilir!
*****
Konser
Büyük şirketlerden birisinin genel müdürü, gerçek bir klasik müzik aşığıymış. Günlerden bir gün, şehre ünlü bir orkestra gelmiş. Vereceği konserin en önemli parçası da Schubert’ın ünlü Bitmeyen Senfoni’siymiş.
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle, konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin verimlilik uzmanına vermiş ve: “Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar” demiş. Genel müdürden aldığı talimatla, konsere giden verimlilik uzmanından, ertesi gün bir değerlendirme raporu gelmiş:
Sayın Genel Müdürüm;
1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada 12 kemancı var. Bunların hepsi aynı anda hareket ediyorlar ve aynı notaları seslendiriyorlar. Bence ciddi bir yanlışlık. Kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. Doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle, onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir. Dolayısıyla, tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konser yarı yarıya inecektir.
Özet olarak Sayın Genel Müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı ‘Bitmemiş Senfoni’ kesinlikle biterdi.
Arz ederim efendim.
*****
Baba ben nasıl oldum?
Çocuk: “Babacım yaa, ben nasıl oldum, çok merak ediyorum” diye ısrar edince, adam, “Nasıl olsa bunu oğlana bir gün anlatmak durumunda kalacağım, iyisi mi şimdi izah edeyim, hazır sormuşken kurtulayım gitsin” diye düşünür. “Bak evladım, çok iyi dinle, zira bir daha anlatmayacağım” der ve başlar anlatmaya: “Annenle baban, bundan yedi sene evvel, bir cyber cafe’de karşılaştı. Bir iki bakıştıktan sonra bu cyber cafe’nin müsait bir yerine geçtiler. Baban memory stick ile, USB’den bir bağlantı kurdu. Anneciğin bu fırsatı iyi değerlendirerek memory stick’den birkaç download yaptı. Bu dangalak baban da, bir iki upload yükledi. Amaa, heyecandan firewall kullanmayı unuttuğumuz aklımıza geldiğinde iş işten geçmişti. Ondan sonra da, ne edebildik, ne de cancel. Sonuç olarak da, dokuz ay sonra ortaya felaket bir virüs çıktı.”
can ataklı'dan alıntıdır |