LEV NİKOLAEVİCH TOLSTOY
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910)
HAYATI
Tarih sahnelerine çıkışları ve medeniyet hayatına ilk adımlarıyla yakın zamanlarda karşımıza çıkan Rus Edebiyatı da başlangıçta çok yalın ve dar bir çerçeve içindeydi; ancak XVII.yüzyıldan sonra gelişim sürecini başlatan Rus edebiyatı, XIX.yüzyılda yetişen büyük ustalarla en iyi meyvelerini verdi.
Rus edebiyatında olduğu kadar, zamanımızın fikir ve edebiyat sahasındaki realist görüşleriyle derin izler bırakanlardan biri de Lev Nikolayeviç Tolstoy'dur. 19.yy Rus Edebiyatının önde gelen dramatik yazarlarından olan Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy, 9 Eylül 1828'de [1] varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak Moskova’nın 150 km. güneyinde, Tula eyaleti, Yasnaya-Polyana kasabasında ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Soylu ve kökleri 14. yüzyıla kadar giden ve I.Petro zamanında sivrilmiş toprak zengini bir aileye mensuptu. Babası bir kont, annesi ise prensesti. Babası Kont Nikolay İlyiç, aynı zamanda 1812 yılı Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı. Tolstoy’un kendisinin de kont unvanı vardı. 26 Nisan 1831'de, henüz üç yaşındayken, annesinin ölümüyle öksüz kaldı. Annesinin ölümü ile 36 yaşlarındaki babası çocuklarına halalarını vasî tayin etti. Burada aldığı dinsel eğitim, Tolstoy’u derinden etkiledi.
Tolstoy, sekiz yaşına geldiğinde, babası artık onların ciddi bir eğitim alma zamanının geldiğini düşündü ve çiftlik hayatını bırakıp Moskova'ya taşındı. Moskova'daki bu yıllarda, Tolstoy'un başarılarını halası 'Bu çocukta bir deha var. O küçük bir Moliere.' diyerek ifade eder. Gün geçtikçe Tolstoy, kendi sahasında ilerliyordu. Henüz dokuz yaşındayken, 1837 yazında babası bir cinayete kurban gitti. Bir seyahat esnasında uşağı, yanındaki para için onu zehirledi. Babalarının ölümüyle, babaanneleri de fazla dayanamadı ve hayata gözlerini yumarak çocukları tamamen halalarına terk etmiş oldu. Bu olaydan sonra büyük çocuklar Nikola ve Serge, Moskova'da kalırken; Dimitri, Lev ve Maşa çiftliğe geri döndüler.
1840 yılına kadar çiftlikte kaldılar.1841 yılı sonlarında ölen Aleksandra hala, onları Tatiana halaya bıraktı ve yeni vasî, onları kocasının yaşadığı Kazan şehrine götürdü. Eniştesinin davranışlarındaki kötü örnekler, Tolstoy üzerinde derin bir tesir bıraktı ve onun hayatına yeni bir yön verdi. Delikanlılık çağına henüz girmiş olan Tolstoy, şimdi Fransızca konuşan, kıyafetlerine aşırı derecede özen gösteren, uzun tırnaklı bir zamane züppesiydi.
1843’te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi'ne girdi, ama iyi bir öğrenci değildi. Kendisini tamamen eğlence, dans, içki ve kadına kaptırmış olarak geçen bir yılın ardından sınıfta kaldı ve okulu bıraktı. Kısa bir süre sonra, 1845'te daha kolay bulduğu Hukuk Fakültesi’ne geçti. 1847’de burayı da bıraktı. 19 yaşına gelen Tolstoy'a miras olarak düşenlerin arasında Yasnaya Polyana çiftliği de vardı. İmtihanlı ve disiplinli okullarda yapamayacağını anladı ve kendisine 12 maddelik bir program hazırlayarak kendini yetiştirmeye karar verdi. 'İnsan, ancak başkaları yararına fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir.' diyerek toprak işleriyle uğraşmak, köylülerin durumunu düzeltmek düşüncesiyle çiftliğe döndü. Bir süre burada çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı. Topraklarını yönetti, kendini yetiştirmeye devam etti. Daha sonra Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamını tercih etti. 1847-1851 yılları arasında çiftlikte kaldı ve şu yanlışları sıraladı günlüğüne: Kararsızlık yada güç eksikliği, kendi kendini aldatma, acelecilik, yersiz utanç, keyifsizlik, şaşkınlık, taklitçilik, döneklik, düşüncesizlik.
1851’de, başıboşluktan kurtulmak amacıyla, ani bir kararla üç yıldır hiç ayrılmadığı çiftliği bırakarak Kafkasya’ya, subay olan ağabeyinin yanına gitti ve Ruslara karşı direnen Müslümanlarla savaşan ilk birliğe atandı. Burada gördüğü yoksul Kafkas halkının yaşantıları, gerçekçiliğinin esin kaynağı oldu. Sert ve Farklı iklimli Kafkaslar, zor tabiat şartları, kır ve dağ havasıyla Tolstoy’da büyük etkiler yaratmıştı; çünkü o eski, genç, yaramaz Tolstoy daha ağırbaşlı olmuştu. Kırım savaşına girmesiyle dünya görüşü değişmiş ve tecrübeleri artmıştı. İlk yapıtı olan Destvo’yu (Çocukluk) burada, çarpışmalardan ve askerce eğlencelerden arta kalan zamanında yazdı. Hatıra defterindeki 3 Temmuz 1851 tarihli sayfada “Yarın büyük bir roman yazmaya başlayacağım.” notundan, onun bu esere bu tarihlerde başladığı sanılıyor. Yitip gitmiş yaşantıları çok canlı, taze bir üslupla anlatan bu otobiyografik yapıt, dönemin en ünlü edebiyat dergisi olan ve Nikolay Nekrasov’un yönetiminde çıkan Sovremennik (Çağdaş) dergisinde “Çocukluğumun Tarihçesi” adı ve “L.N.” imzasıyla yayımlandı, hemen başarı kazandı. Önceleri kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen bu hikayeyi eleştirmenler çok iyi karşıladılar. Eserin Tolstoy’a ait olduğunu öğrenen Nekrasov, dönemin meşhur yazarlarının aldığı telif ücretlerinin ödeneceğini bildirdi Tolstoy’a. Böylece, henüz 23 yaşındayken yazdığı ilk eseriyle kendini tanıtan Tolstoy, usta yazarlar arasında yerini almıştı. Tolstoy, bu eserindeki kahramanlarını yaşadığı çevreden, ailesinden, hatta tamamen kendi hayatından almıştır. İlerde Tolstoy’un en güçlü romanlarında görülecek olan ayrıntı zenginliği, bu ilk yapıtında da izleniyordu. Bu dönemde otobiyografik eserler olan “İlk Gençlik” ve “Gençlik”i ve ayrıca “Tipi”, “İki Süvari Subayı” ve “Toprak Ağası’nın Sabahı”nı yazdı. Kafkasya'da üç yıl kaldıktan sonra Sivastopol Savunması’na katıldı. 1854-55 arası Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yaptı. Orada amirlerinin arzusu üzerine Sivastopol Hikayeleri isimli meşhur eserini yazdı. 'Savaş mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Manzarası kan ve ölümdür! ' diye ifade eder bu hikayesinde savaşı. Kırım Savaşı'na da katılan Tolstoy, gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp ordudan ayrıldı ve St.Petersburg'a yerleşti. Burada, birini radikal demokrat N. Çernisevski’nin, öbürünü muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettikleri iki edebi kampla da uzlaşamadı ve Yasnaya Polyana’ya döndü. 1857’de Batı Avrupa’ya gitti; bir süre Almanya, Fransa ve İsviçre'de dolaştı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Bu dönem, eğitim kurumlarıyla ve özellikle de köylülerin eğitimsizlik sorunuyla ilgilenmeye başlamıştı. Öğrenimin her öğrencinin kişisel ilgi ve yönelimine göre uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Yasniya Polyana'da serbest terbiyeye göre çalıştırdığı bir köy mektebi açtı. 1860’ta yine Almanya, Fransa ve Belçika’ya gitti. Proudhon’la tanışarak başta eğitim olmak üzere birçok konuda ilişkiye girdi. Bu ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını daha ayrıntılı olarak inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nin yapay ve maddeci uygarlığını insanı bozan bir etken olarak görmeye basladı. Geliştirdiği düşünceleri yaymak için bir pedagoji dergisi çıkarmaya başladı. Basit, anlaşılır ders kitapları yayımladı. Aynı dönemde ahlak felsefesi de biçimlenmekteydi. Batı’nın aşırı incelmiş, yapay ve maddeci uygarlığını, doğal insanı bozan bir etken olarak görmeye başlamıştı. Bu arada kendisi de Batı’daki kumarhanelerde çok para yitirmişti.
Rusya’ya döndüğünde ülkede sefirlik kaldırılmıştı. O da kendi bölgesindeki eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek görevini üstlendi ve sulh hakimliği yaptı. Çarın emirlerine rağmen eski durumu korumaya çalışan Tolstoy'un asillerle arası açıldı ve görevinden istifa etti. Moskova'ya dönüp tekrar kumara başladı. Hatta bir kumar masasında, borcuna karşılık daha bitirmediği 'Kazaklar'ı rehin koydu. Giderek kendini, köylülere daha yakın görmeye başladı. Bu arada Turgenyev’le yaptığı bir tartışma sonucunda onu düelloya çağırdı, ama Turgenyev bu çağrıyı kabul etmedi. Tolstoy, 23 Eylül 1862’de Moskova'da eski dostlarından bir doktorun kızı olan Sofya Andreyevna Bers ile evlendi. Karısı ondan on altı yaş küçük, canlı, kültürlü bir kadındı. Evlendikten sonra, Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve eğitim etkinliklerini bıraktı. Aşırılıklardan uzak bir yasam sürmeye başladı. Gençliğindeki içki, kumar ve çapkınlıklardan zevk alan Tolstoy, artık hayatına bir yön vermiştir. Karısının üzerindeki etkisini 'Hiç böyle aşık olacağımı düşünmemiştim. Ben bir deliyim, böyle devam ederse intihar edeceğim! ' diye belirtmiştir. İlk on beş yılı çok mutlu geçen bu evlilikten Tolstoy’un 13 çocuğu oldu.
Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra hayatı bir sükûn devresine girdi. Bu dönemde Tolstoy, sakin bir aile erkeği ve hesaplı bir çiftçi olarak toprağını işletirken, bir yandan ona asıl ürününü kazandıracak olan büyük romanlarını yazıyordu. En güzel eserlerini bu devrede yazmış, daha sonra bazı ruh bunalımları geçirmiş, Rusya'daki muzdarip halkın hüsrânını bu zamanlarda daha çok anlamış ve yazmıştır. Kendini eserlerini yazmaya verdi. 1863'te Harp ve Sulh'u yazmaya başladı. 1864 yılı sonbaharında bir tavşan avında atıyla beraber yuvarlandı ve sağ kolu çıktı. Üç aydan fazla eli kalem tutamadı. Harp ve Sulh'u baldızı Tanya'ya söyleyerek yazdırıyordu. Toprakla uğraştığı yaz ayları dışında bütün zamanını bu büyük eserinin kahramanlarını seçmek ve tahlil etmekle geçiriyordu. İlk bölümü 1865’te çıkan Harp ve Sulh’u 1869’da tamamladı. Harp ve Sulh’un ardından - yıldan yıla artacak olan - ruhsal bir bunalıma girdi. Varlığın manasını anlama çabasıyla bir süre Optima Manastırı’na çekildi.İlahiyatçılarla sürdürdüğü tartışmaları sonucunda resmi Hıristiyanlık inancına duyduğu güvensizliğin yersiz olmadığını gördü. Yeni Ahit’in [2] özüne bağlı kalarak kendini arayış serüvenini sürdürdü. 1873-1877 yılları arasında ikinci büyük romanı olan Anna Karenina’yı yazdı. Roman, büyük bir satış başarısı kazandı. Anna Karenina’yı bitirdikten sonra yine bir bunalıma girdi. 1873-1875 yılları arasındaki bu iki yılda üç çocuğunu ve iki halasını kaybederek üzüntüden hasta düşmüştü. Yine bu yıllarda defalarca intiharın eşiğinden döndü.
Sonraki fikir yazılarında Tolstoy'un rasyonalizmden mistizme geçişi görülür. Aslında mistik bir ruh bütün eserlerinde göze çarpar. Bu inanış seneler geçtikçe arttı ve yazarı hayat denen bilinmezliği çözmeye sürükledi. Bu nedenle de eski ve yeni zaman filozoflarının bütün eserlerini inceledi. 1880’den sonra, Ortodoks Kilisesi’ni; Hıristiyanlık’taki “ölümsüzlük” düşüncesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir Hıristiyan anarşizmi geliştirmeye yöneldi. Mülkiyetin zor yoluyla elde edildiğini düşündüğü için, özel mülkiyete de karşı çıkıyordu. Düşüncelerini Kritika Dogmatiçeskogo Bogosaviya (Dogmatik Teolojinin Eleştirisi) , Tak Çuto Je nam Delat? (O Halde Ne yapmalıyız?) ve Tsartsvo Bojiye Vnutri Vas (Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir) gibi kitaplarında açıkladı. Bu düşünceler, 1901’de onun Kilise tarafından aforoz edilmesine yol açtı. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kreutzer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder.
1891-1892 yılları arasında Rusya'da büyük bir kıtlık oldu ve bu kıtlığa bir de kolera salgını eklendi. Bu açlıkla mücadele günlerinde Tolstoy, karısına ve çocuklarına karşı büyük bir yakınlık duymuştu; çünkü onlar da bütün varlıklarıyla bu mücadeleye katılmışlardı. Tolstoy, çocukları arasında kızlarını daha çok severdi. Özellikle de on üçüncü çocuğu Vanişka en çok sevdiğiydi. Fakat bu güzel kız henüz yedi yaşındayken, 1895'te kızamığa yakalandı ve kurtulamayarak öldüğünde Tolstoy'un hayatı yine altüst olmuş ve bu defa da yine ölümü düşünmeye başlamıştır. Ölümden eskisi kadar korkmuyordu. Her olay, onu manevî aleme biraz daha yaklaştırıyordu. 22 Şubat 1901'de Saint Sinot, Tolstoy'un kilisece aforoz edilmesi kararını verdiğinde bile hiç üzülmemişti. Yaşı yetmiş üçü bulmuştu... Ağır bir hastalığa tutuldu.
1902 Ocağında hastalığı zatürreye ve ardından tifoya döndü. Doktorlar, ümidi kesmiş olmalarına rağmen, onun kuvvetli bünyesi tamamen bunlara karşı koydu ve iyileşip sağlıklı bir halde, Temmuz ayında, Yasnaya Polyana’ya geri döndü.
Son zamanlarında da, ilerleyen yaşına rağmen, hep yenilik ve değişiklik arayan bir çocuktan farksızdı. 82 yaşındayken, ailesiyle aralarında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Tolstoy, kendi görüşleri doğrultusunda mülkünden vazgeçmek istiyordu, ama eşi ve yakınları buna karşı çıkıyordu. O, kendi toprağında köylü giysileri içinde çalışıyor, kendi ayakkabılarını kendisi yaparak olabildiğince başkalarının emeğini sömürmeden yaşamaya dikkat ediyordu. Bu arada eski konumunu sürdürmeye çalışan ailesiyle de arası açıldı.
1905’te Rus-Japon Savaşı başladığında, Tolstoy, savaş sebebiyle Çar Nikola’yı yüz binlerce adamı boş yere ölüme sürüklediği yolunda açık ithamlarda bulunuyordu. Tolstoy’un bu ikazlarına Çar ve hükümeti aldırış etmediği halde, bütün Rusya onu haklı görüyordu. Memleketin her köşesinde siyasi tezahürat yapılmaya başladı. Hatta bu arada St.Petesburg’da çıkan en büyük Rus gazetesi Noviye Vremya’nın başyazarı Suvorin şöyle yazıyordu: “İki Çarımız var: Nikola II. Ve Lev Tolstoy. Bunlardan hangisi daha kuvvetli? Nikola II., Tolstoy’a bir şey yapamıyor, onun tahtını sarsamıyor. Oysa Tolstoy, hem Nikola’nın hem de hanedanın tahtını yerinden oynatıyor.”
1905 Devrimi, onu etkilemedi. Ama ayaklanmaya katılanlar arasında şiddete karşı çıkan bu ahlakçının izleyicileri de vardı. O senenin 9 Eylül’ünde 90 yaşını dolduruyordu. Çiftlik ziyaretçilerle dolup taşarken, Tolstoy “Etrafımı çeviren bu kadar haksız bir sefalet içinde manasız ve haksız bir lüks, bana her gün daha ağır geliyor.
Yasnaya Polyana’daki hayatımı zehirliyor.” diyordu. 22 Temmuz 1910’da, üç şahit huzurunda yazdığı vasiyetname ile, bütün eserlerini en çok dert ortağı olan kızı Aleksandra’ya bırakmıştı. Evliliğinin ilk yıllarından sonra başlayan ve zaman zaman çekilmez bir hal alan aile geçimsizlikleri 1910’un 8 Kasım’ı 9’a bağlayan gecesinde bir fırtına halini aldı. Evi terk etmeye karar veren Tolstoy, gece saat dört civarında karısına bir mektup yazdı ve bu mektubunda ona 48 senelik hizmetinden ve arkadaşlığından dolayı teşekkür ediyor ve kendisi hakkında kötü hislere kapılmamasını rica ediyordu. Mektubu yazdıktan sonra kızı Aleksandra’yı uykudan kalırdı, eşyalarını topladı, arabasını hazırlattı. Yanına doktoru Duşan’ı aldı ve kimseye uyandırmamak için arabasını evin arkasındaki yollardan geçirerek Yasnaya Polyana’daki evinden çıkıp gitti.
Kozelsk istasyonundan trene bindi, üçüncü mevkide seyahat ediyordu. Optina’da trenden indi. Kardeşi Marya’yı rahibe olarak bulunduğu manastırda ziyaret etmek istiyordu. Köyde bir kulübe aradı, bulamadı ve o, burada uzun zaman gizli kalabilmesinin imkansız olduğunu biliyordu. Daha şimdiden kaldığı otelin önünde sivil polisler dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Yasnaya Polyana’dan kendisini her tarafta arattıkları haberini aldı. Karısının, arkasından intihara teşebbüs etmiş olduğunu öğrendi. Tolstoy, tam Poskof’tan pasaportlarını alarak Odesa-İstanbul yolundan Bulgaristan’a geçmeye karar verdiği anda kızı Aleksandra arkasından yetişti. Hep beraber geriye dönmek üzere trene bindiklerinde istasyonlarda aldıkları gazeteler, Tolstoy’un kaçışını yazıyordu. Astapovo’ya [3] geldiklerinde hasta olan Tolstoy, gar şefinin dairesinde Dr. Duşan tarafından ayırtılan iki odadan birine yatırıldı. Hastalanarak Astapova’da trenden indiği Rusya ve bütün dünyada duyulmuştu. 15 Kasım’da zatürre olarak teşhis edilen bu hastalık, onun iki ciğerini birden sarmış ve ağır ağır o cüsseyi, sağlam yapıyı çökertmeye başlamıştı. Bütün dostları, karısı ve çocukları, Rusya’nın en büyük doktorları özel bir trenle Astapovo’ya geldiler. Çar hükümeti, halk arasında çıkması muhtemel bir karışıklığa tedbir olarak, hastanın bulunduğu bölgeyi sıkı bir polis koruması altına aldı. Saint Sinot ise yaptığından pişman olmuş olarak Tolstoy’u kiliseye alma yollarını aramaya koyulmuştu. Ağırlaşan hastaya karısıyla konuşmak isteyip istemediği sorulduğunda adeta sayıklar gibi, “Kaçmak… Kaçmak! ...” diye cevap verdi.
Günden güne ağırlaşan hastayı dışarıda çocukları ve karısı bekliyorlardı. 20 Kasımın erken saatlerinde Tolstoy, dünyaya gözlerini yumdu. Ölüm haberi, Rusya’ya ve bütün dünyaya yayıldı. Cenaze töreni 23 Kasım günü, Yasnaya Polyana’da yapıldı. Hükümet, bütün taşıma araçlarına el koymuş, fiyatları da on katına çıkarmıştı. Bu yüzdendir ki Tolstoy’un cenaze töreninde, çoğunlukla civar köylerden olmak üzere ancak dört-beş bin kişiyi bulan bir kalabalık bulunabildi. Cesedi, sağlığında kendi eliyle gösterdiği bir yere: çocukken Yasnaya Polyana’nın en çok sevdiği ve oynadığı gölgeli bir köşesine bırakıldı. Bütün mal varlığını yoksullara dağıtan ve onlardan biri gibi yaşamayı seven Tolstoy, hayata gözlerini kapadığında ardında birçok eser bırakmıştır.
Bu bölümde başvurulan kaynaklar:
Definition of Leo Tolstoy - wordIQ Dictionary &_ Encyclopedia
Diriliş Romanı, s.5-9
Hacı Murat Romanı, Tolstoy’un Hayatı
İvan İlyiç'in Ölümü, s.5-15
The Life of Tolstoy - Paul Biryukoff, s.158-164.
Karanlığın Gücü, s.5-8
Kazaklar Romanı, s.1
Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı Lise 3 Ders Kitabı, s.473
The Life of Tolstoy” by Paul Biryukoff, Cassell & Co., Ltd. 1911, pp. 158-164.
www.edebiyatturk.com, Tolstoy Maddesi
www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php? id=2714
www.koprudergisi.com/index.asp? Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=13
www.milliyet.com.tr/ozel/edebiyat/yazarlar/tolstoy.html
Yeni Rehber Ansiklopedisi, s.114-115
SANATI ve EDEBİ KİŞİLİĞİ
Tolstoy, okul hayatında başarılı olmayan, kendi kendini yetiştirmiş ender romancılardan biridir. Bunda vücut yapısının biçimsizliği ve çirkinliğinin de etkisi vardır. Çocukluk'ta 'Güzel bir yüzüm olması için her şeyimi, bugünkü, yarınki her şeyi feda etmeye hazır olduğumu söylüyorum.' diye bir itirafta bulunur. Tolstoy'un en belirgin özelliklerini daha bu eserde görmek mümkün: İçtenlik, insan sevgisi, kendi kendisiyle hesaplaşma, dine duyulan büyük ilgi ve doğa sevgisi... Çocukluğunda ağabey’i Nikolay’dan çok etkilenmiş, Gençliğinde Rousseau okumuş, gençliğinde önce Doğu dilleriyle ilgilenmiş, ancak daha sonraları hukuku tercih etmiştir. Ancak yalın ve parlak zekası onu özgür olmaya itince, hukuk fakültesini de terk etmiştir.
Tolstoy, önceleri yüksek kültürü temsil eden bir yazarın halka inebileceğine, halk için eserler meydana getirebileceğine inanmıyor, hatta kabul bile etmiyordu. Daha sonraları yüksek sınıf için yapılan sanata isyan etti ve sanatın bütün halka mal edilmesi, özellikle köylünün hayatî ihtiyaçlarını karşılaması üzerinde durdu. O zamana dek yaşadığı hayatın sahteliğini, kötülüğünü düşünerek kendi sanat anlayışını lanetleyecek kadar ileri gitti ve bu sıralarda yazdığı itiraflarım adlı eserinde 'Artık içinde yaşadığım hayatı terk edeceğim; çünkü bu hayat yapmacık ve sahte bir hayattır; gerçekten uzaktır.' demiştir.
Hayatı, devamlı arayışlar, seyahatler ve bunalımlar içinde geçti. Tolstoy'a hiçbir zevk, huzur getirmedi. O, hayatının boşluğunu düşünmeye ve insan mutluluğunu bozan ideallerin zararlarını görerek, insanlara Tanrı dışında kurtuluşun bulunmayacağını anlatmaya çalıştı. Din, iman, ahlâk aşılayıcı eserler yazdı. Ahlâk ve doğruluk üzerinde tavsiyelerde bulundu. [4] Bütün bunları yaparken kiliseye de İncil'in rûhuna ters düşüyorlar suçlamasında bulunuyordu. Nihayet 1901'de Diriliş ismiyle yazdığı eserlerinin bazı bölümlerinden dolayı Tanrı'yı inkar ediyor suçlamasıyla kiliseden aforoz edildi.
Tolstoy, düşüncesi bakımından Rousseau'ya benzer. Onun gibi, insanların ahlâkını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete cephe almakla birlikte, hayatıyla düşüncesini bağdaştıramadı. İdealist ve mistik Tolstoy, gerçeği ele alışıyla çağının en büyük yazarlarından biridir. Üslûbuna dikkat etmekten ve romanı bir sanat hâline getirmekten özellikle kaçınmış, Rus toplumunu ve rûhunu büyük bir güçle yaşatmayı ve tahlîl etmeyi başarmıştır.
Çok uzun bir süre seyahat etmiş, tabiatı ve insanı incelemiştir. Batı’yı ve kendi ülkesini, insanlarını tanımış, yeni pedagoji sistemi geliştirmiştir. Çağını çok iyi gözlemlemiş, aristokrat sınıfın amaçsız, debdebeli yaşantısına ateş püskürmüştür. Onun, “İnancımın Niteliği”, “Dogmatik Din Biliminin Eleştirisi” ve “Sanat nedir” adlı eserleri, Tolstoyizm’in tefsirleri niteliğindedir.
Tolstoy, 1897’de tamamladığı Çto Takoye İskusstvo (Sanat nedir?) adlı yapıtında, sanatın izleyiciyle yaratıcı arasında ruhsal bir iletişim sağlaması gerektiğini, büyük sanatın da “dinsel sanat” yani okura ya da izleyiciye insan ve Tanrı sevgisini aşılayan sanat olduğunu öne sürmüştür. Bu yüzden de, Shakespeare’i olduğu kadar kendi yapıtlarını da yadsımıştır.
Tolstoy, romanlarında, insanoğlunun ne kadar değişik karakterli olduğunu vurgular. “Savaş ve Barış” ve “Anna Karanina”, insan tahlilleri ve canlı tasvirler bakımından birer başeserdir. “Anna Karenina”, olay örgüsünün sıklığıyla Balzac-Flaubert geleneğine yakındır. Kar Fırtınası'nda kışın, karlı bir gecede, bir istasyondan diğerine uzanan zor bir kızak yolculuğunu anlatır. Konu çok önemli değildir; ancak işlenişi onu değerlendirmiştir. Kelimelerin konuya uygun seçimi, tasvirlerin kuvveti tamamen Tolstoy'un kabiliyetindendir.
“Anna Karanina”dan sonraki eserlerinde Tolstoy’un rasyonalizmden mistizme geçişi görülür. Aslında mistik bir ruh bütün eserlerinde göze çarpar. Bu inanış, seneler geçtikçe artar ve hayat bilinmezini çözmeye sürükler. Kardeşi İlyiç’in ölümünden sonra, içindeki şüphelerden kurtulmanın yolunu aramış ve “İtiraflarım” adlı eserini yazmıştır. O, iç dünyanın bir dayanağı olacak şeyin Tanrı olduğunu kabul etmiş ve bu tezi savunmuştur. “Yaşamak, Tanrı’yı tanımak demektir; çünkü Tanrı, hayattır.” Demiştir. Bir gün kendi kendine “Bu işi nasıl bitirebilirim? İple mi, kurşunla mı? ” diye intihar etmeyi düşündüğünde, içine düştüğü bu garip hisse “Tanrı’yı tanımaktan başka isim veremeyeceğim.” Der ve “İtiraflarım”da kendi duygularını dünyaya tanıtma ihtiyacını bu yüzden duyar.
Tolstoy, son eserlerinde görüldüğü gibi, oldukça uzun süren hayatı boyunca daima sosyal haksızlıklara ve sınıf farklılıklarına karşı mücadele etmiştir. “Balodan Sonra” adlı hikayesinde bir yandan 1840 yılındaki sosyeteye, diğer yandan da zulüm ve kan kokan Çarlık rejimine öfkeyle bakmıştır. “Rüyamda Gördüklerim” adlı hikayesinde, doğrudan doğruya sosyete hayatının kirli ve iğrenç taraflarını irdeler, eleştirir. Bu hayata kapılmaktan kendini alamayan kahramanı Liza’nın acıklı sonunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyar.
Doğumunun yüzüncü yılında başlatılan bir çalışmayla eserleri 90 ciltte toplandı. Tolstoy, Shakespeare’den sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazardır. Sadece 1888-1908 yılları arasında, çeşitli dünya dillerine çevrilen eserlerinin sayısı 20 milyonu bulmaktaydı.
Tolstoy, Rus kültüründe, Turgenyev’in temsil ettiği Batıcı muhafazakar liberaller, Dostoyevski’nin temsil ettiği Ortadoks Slavofiller ve Çernişevski’nin temsil ettiği devrimci demokratların keşişme noktasında yer alır. Son döneminde Dostoyevski’ye daha çok ilgi duymaya başladığı söylenir. Onun düşüncelerinde ahlaki bir kaygı yatar: İnsanların başkalarını sömürerek ahlak bakımından bozulmalarına yol açmayacak bir yaşam düzeni nasıl kurulabilir? Bu ahlak felsefesi, yapıtlarının edebi bütünlüğünü kimi zaman bozmuştur, ama romanlarında inanların ruhsal gerilimlerini, düşüş ve yükselişlerini, yaşamın hayranlık uyandırıcı ayrıntılarını anlatan ve gösteren de bu katı ahlak felsefesinden yayılan enerjidir. Tolstoy, 20.yy’.in Gorki gibi Rus yazarlarının yanı sıra Thomas Mann ve Robert Musil gibi Batı Avrupalı yenilikçi yazarları da etkilemiştir.
Kaynak: Mehmet Akif ARDIÇ, Tolstoy'un Romanlarında İnanç Motifleri ve Hıristiyan Anarşizmi, Bitirme Tezi